6 Eylül 2017 Çarşamba

YALÇIN BAYER (HÜRRİYET) Sami Selçuk, bize de sitem eden bir açıklama gönderdi ve “Yassıada’da Başkan Başol’un yargılama biçimi elbette tartışılabilir; özellikle gereksiz sorular sorması eleştirilebilir. Ancak yargılamanın temel ilkelerinden birini dile getirmesi, utanılası değil, tam tersine övülesi bir durumdur” dedi.

Sayın Yalçın Bayer,
Yassıada Mahkemeleri 1961, ‘Devlete ait ancak, çok partili siyasal yaşama geçildiği halde hala CHP’nin envanterinde ve kullanımında olan devlet mallarının, hazineye intikali’ davası görülüyor. Davanın adı ‘CHP Mallarının Yasayla Hazine’ye Aktarılması Davası’ şekline getirilmiş. Bu mallar arasında eski TBMM binası bile var ve bu bina CHP Genel Merkezi olarak kullanılmakta. Tek Parti döneminde, devlet-parti birlikteliği uygulaması içindeyken, bu mallar CHP kullanımındadır. Ancak 1946’da çok partili hayata geçildiği, 1950’de iktidarın CHP’den başka bir parti DP’ye geçtiği halde, CHP bu malları hazineye iade etmiyor. Bunun üzerine DP Hükümetinin çıkardığı bir yasa ile devletin malı, bir parti inhisarından çıkartılıp devlete yani hazineye intikal ettiriliyor. Tarihi TBMM binası da müze yapılıyor. Yassıada’da Demokrat Partisi Hükümet mensupları bu son derece yerinde girişimden bile suçlu bulundu ve yargılandılar. Mahkeme esnasında şöyle bir olay cereyan eder,
Demokrat Partili sanıklardan Manisa Milletvekili, Başbakan yardımcısı, Bakan rahmetli Samet Ağaoğlu, söz konusu yasaya olumlu oy verenlerden merhum Fethi Çelikbaş’ın neden sanıklar arasında olmadığını Başyargıç Salim Başol’a  soruyor. Zira Fethi Çelikbaş mahkeme tarafından suç telakki edilen bu yasaya imza atmış ama sonradan DP’den ayrılmış, Hürriyet Partisinin kurucularından olmuş ve sonunda CHP’ye geçmiş. Eğer bu yasa suç ise Fethi Çelikbaş’ın da suçlular arasında olması gerekmez mi? Çelikbaş’ın CHP’ye geçmesi onu nasıl mahkeme gözünde masum kılıyor. İşte Samet Ağaoğlu bu soruyu Başyargıç Salim Başol’a yöneltiyor. Başol’un cevabı Yassıada Mahkemelerinin yapısını ifşa edici mahiyettedir ve tüyleri diken diken eder. Başol,
“Sizi alıp Yassıada’ya tıkan kudret böyle istemiş, onu biz bilemeyiz.’  
6 Eylül 2017 günü, Sayın Yalçın Bayer’in sütununda okuyoruz.  Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sayın Sami Selçuk, Salim Başol’un bu sözünü adeta savunmuş ve şu ifadelerde bulunmuş.

Yassıada’da Başkan Başol’un yargılama biçimi elbette tartışılabilir; özellikle gereksiz sorular sorması eleştirilebilir. Ancak yargılamanın temel ilkelerinden birini dile getirmesi, utanılası değil, tam tersine övülesi bir durumdur
Yazınızda geçen (Bayer’e hitap) ve Merhum Başkan Başol’un utanç verici olduğunu belirttiğiniz “Sizi buraya tıkayan kuvvet böyle istiyor” sözleri her şeyden önce eksik ve bu sözlerle ilgili değerlendirmeniz ise, ne yazık ki, hukuksal açıdan doğru değildir. Olay aşağıdaki gibidir.

Dikkat ederseniz yazınızda söylenen sözlerin “.. onu biz bilemeyiz. Divan, huzuruna getirilen davayabakar” kesimi unutulmuştur. Bu nedenle eksiklik söz konusudur. İkinci olarak bu sözlerin anlamı sizin anladığınız gibi, “Sizi buraya tıkan kuvvet sizin mahkûm edilmenizi bizden istedi. Biz de buna boyun eğiyoruz” demek değildir. Merhum Başol, tam bu noktada Roma hukukundan bu yana ceza yargılamasında benimsenen tarihsel ve temel bir ilkeyi dile getirmektedir. O da şudur:

‘Davasız yargılama olmaz” ya da “yargıç, dava açılmadan yargılama yapamaz”
yahut da “yargıç kendiliğinden olaya/davaya el koyamaz” (ne procedat index ex officio).’

Evet, Yassıada yargılamaları doğal yargıç ilkesine aykırıdır. Başkan Başol’un yargılama biçimi elbette tartışılabilir; özellikle gereksiz sorular sorması eleştirilebilir. Ancak yargılamanın temel ilkelerinden birini dile getirmesi, utanılası değil, tam tersine övülesi bir durumdur. Bu yüzden alışılmışa uyarak yaptığınız eleştiri ne yazık ki yerinde değildir. Bu vesileyle bir yanlışı düzeltme olanağını verdiğiniz için teşekkür eder ve düzelteceğinizi umarım.”

Sayın Yalçın Bayer, karşımızda saygıdeğer bir Yargıtay Onursal Başkanı bir Profesör var ve bu sözleri saf ediyor. Bendeniz ise sade bir vatandaş olarak düşünüyor ve soruyorum.
Eğer, CHP üzerinde ve kullanımında olan devlet mallarının hazineye intikalini sağlayacak yasa bir suç ise ve bu yasa altında o zaman hayatta olan Fethi Çelikbaş’ın imzası varsa, Başyargıcın veya Başsavcının Fethi Çelikbaş’ı mahkemeye çağırması ve suç telakki ettikleri bu yasaya niye imza attığını sorgulaması gerekmez miydi? Diyelim ki, bir grup bir yerde, bir tarihte bir hırsızlık yaptı veya cinayet işledi. Bu eylemlerde grupla birlikte bulunan bir şahıs, daha sonra şehir değiştirir veya başka gruba girerse o söz konusu hırsızlık veya cinayet suçundan muaf tutulabilir mi? Yani Salim Başol’un sözü ile, Sayın Yargıtay Onursal Başkanımızın belirttiği, ‘davasız yargılama olmaz, yargıç dava açılmadan yargılama yapamaz, yargıç kendiliğinden olaya el koyamaz’ kuralı arasında, bir ilgi yok ki! Örneğin FETO davasında yeni suçlular sorgulamalar ile saptanıyor ve akabinde gözaltına alınıyorlar, gerekirse tutuklanıyorlar.      

Sayın Bayer, Sayın Prof. Dr. Sami Selçuk haklı olarak bize de sitem eden bir açıklama gönderdi, diyorsunuz. Dikkatle okudum ve Sayın Sami Selçuk’un değindiği kural ile, Fethi Çelikbaş’ın mahkemede olmaması arasında bir bağlantı kuramadım.
Sayın Bayer, Atatürk’ün İktisat Vekili, Başvekili ve Türkiye Cumhuriyetinin 10 yıllık Cumhurbaşkanı rahmetli Celal Bayar’ın Yassıada Mahkemelerinin yapısı hakkındaki ifşa eden şu ifadelerine ne demeli (Kayseri Cezaevi Günlüğü’ kitabının 27 Haziran 1962 tarihli anlatımı),

“Yassıada davaları bu plan esası üzerine yürütüldü ve kararlaştırıldı. Mahkeme reisi Başol bile aldığı talimata uyarak duruşmada BEN SİZİN CEZALARINIZIN DERECESİNİ TAYİN EDEMEM sözünü ağzından kaçırdı. Hakikatte bu plan orduyu siyasete sokan ve ayaklanmayı temin eden Halk Partisi ve liderinin (İsmet İnönü) eseridir. MBK vasıtasıyla YAD’nına bir direktif olarak verilmiştir. Aynen tatbik olunmuştur.”

Çok değerli hocamız Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskalı de bu mahkemelerin karakterini, bir cümlede özetlemiş (Emine Gürsoy Naskali, Örtülü Ödenek Davası),
“Yassıada Mahkemeleri gülünç, mantıksız, kin dolu ve utanç veren, ne var ki, son tahlilde Cumhuriyet tarihimizin hazin bir tiyatro sahnesiydi.”
Sayın Bayer, 2. Dünya Savaşında dünyayı kana bulayan, 50 milyon insanın ölmesine, daha fazlasının sakat kalmasına sebep olan Hitler ve arkadaşlarının yargılandığı Nürnberg mahkemelerinden 12 idam kararı çıkmıştır. Salim Başol’un baş yargıçlığını yaptığı Yassıada Mahkemeleri, Yüksek Adalet Divanından ise 15 idam kararı çıktı.
Yassıada Mahkemeleri kararlarını, duruşmaları merakla ve hatta üzülerek yazıyorum eğlence duygusu ile izleyen DP düşmanları bile şaşkınlıkla karşılamışlardı. Hâlbuki sonradan öğreniyoruz ki, Yüksek Adalet Divanı üyeleri 15 idam, 43 müebbet hapis cezası vermekle Bayar, Menderes ve arkadaşlarına adeta bir lütufta bulunmuşlar. 1975 yılında YAD üyesi Hıfzı Tüz ile Nazlı Ilıcak’ın yaptığı söyleşi dönemin garabetini göstermektedir. (N. Ilıcak, 27 Mayıs Yargılanıyor)

“Nazlı Ilıcak: Yalnız burada önemli bir husus şu, MBK oy birliği ile verilen idam cezalarını tasdik etmiştir. Öyle olunca bir tek kişiye bile büyük mesuliyet düşmüş oluyor.
Hıfzı Tüz: Anlıyorum efendim anlıyorum. Siz niye muhalif kalmadınız, diye soruyorsunuz.
Nazlı Ilıcak: Belki o zaman başka esas bulunacaktı. Çünkü yüzde yüz idam isteniyordu. Ama bu durumda bir tek kişinin oyu dahi idama sebep olmuştur.
Hıfzı Tüz: O zamanki havayı, içinde bulunduğumuz havayı şimdi izaha lüzum görmüyorum. O ihtilal havası içinde üç beş kişi değil 70-80 kişinin idamı bekleniyordu.
Nazlı Ilıcak: Kim bekliyordu?
Hıfzı Tüz: Bekleniyordu.
Nazlı Ilıcak: Hâkim mi bekliyordu?
Hıfzı Tüz: Hâkimler beklemiyordu, hâkimlerden belki de isteniyordu. Böyle bir karar vermeleri belki düşünülüyordu.
Nazlı Ilıcak: İsteniyordu!
Hıfzı Tüz: Fiilen bir isteme değil. Öyle bir hava vardı. Biz elimizden geldiği kadar adaletin tecellisi için gayret ettik. Şahsen ben ve birkaç arkadaşım da bu fikirdeydik. Gerek Selman Yörük, gerek Abdullah Üner cezalardan birçoğunu hafifletme imkânını bulduk.
Nazlı Ilıcak: Kararlarda bir hâkimin idam cezası verdiği bir şahsı, bir diğeri beraat ettirmek istemiş. Bu kadar farklılıklar oluyordu hâkimler arasında değil mi?
Hıfzı Tüz: Olmuştur…
Nazlı Ilıcak: Aynı suçtan dolayı bu kadar büyük fark?
Hıfzı Tüz: Efendim olmuştur. Bunun benden izahını istemeyin. Ben sadece vicdanımın sesini dinledim ve ona göre karar verdim.
Nazlı Ilıcak: Ama şimdi olsa belki bu idamları vermezdiniz değil mi?
Hıfzı Tüz: O zamanki politik şartların memleket üzerindeki ağır baskısı bize tesir etmiştir. O günkü havaya uygun olarak etkilendik. Aslında ben idam taraftarı değildim. BEN ÇOK AZ İDAM KARARI VERDİM. Çoğunu kurtardım bunun huzuru içindeyim.
Nazlı Ilıcak: Demek siz 70-80 idam olacak, birkaç idam kararı vererek çoğunu kurtardım huzuru içindeydiniz.
Hıfzı Tüz: Bu da bir etkidir tabii. Bir de suçların mahiyeti icabı böyle bir idamı gerektirecek kadar ağır bir durum görmediğim için diğerlerine idam cezası vermedim. Politik hayatta idam biraz ağır bir cezadır. Çünkü o kadar çok hatalar yapılıyor ki, her birini böyle mahkeme edecek olsak suçsuz adam kalmaz. Politik hayatta böyledir, idari hayatta böyledir. Suçlamak gayet kolaydır…”

Sayın YAD üyesi Hıfzı Tüz, 70-80 kişinin idamı bekleniyordu, diyor. Peki, kim bekliyordu? Hâkimler mi bekliyordu? Yassıada Mahkemeleri hâkimlerinden, YAD üyesi Hıfzı Tüz’ün cevabı. HÂKİMLER BEKLEMİYORDU. HÂKİMLERDEN BELKİ DE İSTENİYORDU, ÖYLE BİR HAVA VARDI!
Sayın Bayer, evrensel hukukun değişmez bir kuralı vardır. Mealen yazıyorum, suç telakki edilen bir eylem, ancak suçun işlendiği andaki yasalarla yargılanabilir. 1924 Anayasasında da bu kuralı vurgulayan madde var. Ancak 27 Mayıs’ta 65 yaş üstündekilerin infaz edilemeyeceği yasası dahil bir çok yasa iptal edildi, yenileri çıkarıldı ve makabline şamil kılındı (geçmişe uygulandı) 1924 Teşkilatı Esasiye Kanunu 41 Madde ’ye göre Cumhurbaşkanı, vatan hainliği halinde sadece TBMM’ne karşı sorumludur.
İnsan düşünüyor acaba Salim Başol bunları bilmiyor muydu? Olamaz tabii. Aslında dua etmek lazım, zira 27 Mayıs’ta darbecilerin kafalarındaki senaryoya göre, gerçek bir katliamdan zor kurtulmuşuz. Gazeteci Güngör Yerdeş anlatıyor (Güngör Yerdeş, Başkentte Önemli Olaylar ve Yazamadıklarım, S. 39),
“Milli Birlikçiler sağda ve solda diye taksim olmuşlardı. Genç genç insanlar artık bütün Türkiye’ye hükmediyorlardı. Orhan Erkanlı da öyleydi. Bir gün kendisini makamında ziyaret ettiğimde masasının üzerinde ‘A-1 Hedefleri’ diye bir kitapçık gördüm. Erkanlı bir ara yan odaya geçtiğinde de alıp şöyle bir göz attım. İzin alınmadan yapılması elbette çirkindi. Ama kendimi tutamadığımı itiraf ediyorum. Kitapçıkta, Yassıada’da süren duruşmalarda gelinecek sonucun önceden tespit edildiği açıkça görülüyordu. ’55 İdam’ Çalıştığım Vatan gazetesi ertesi gün sekiz sütuna bu manşetle çıkmıştır. Yassıada’da 55 kişinin idamı isteniyor… Tabii ortalık toz duman olmuştu. Beklediğim telefonda çalmakta gecikmedi. ‘Yerdeş, minareyi çaldın kılıfını hazırla’ Erkanlı konuşuyordu. Demek istiyordu ki, neticesine katlanacaksın. Ama hakkımda infaz kararı bir türlü çıkmadı…”
Güngör Yerdeş’in bahsettiği 8 sütuna ’55 İdam’ şeklinde çıkan Vatan Gazetesini siz kolaylıkla buldurabilirsiniz, Sayın Bayer.
27 Mayıs 1960 Darbesi genel seçimlere (Temmuz 1961) bir yıl gibi bir süre kalmışken yapılmıştır. 1957 seçimleri erken seçim idi. Ve rahmetli Menderes Eskişehir’de darbeden 11 gün önce ‘yolumuz seçim yoludur, demokratik ülkelerde iktidarlar sokak olayları ile değişmez’ şeklinde bir ifade ile seçimleri adeta ilan etmiştir. Ama bu ilan darbeyi çabuklaştırmaktan başka işe yaramadı.
27 Mayıs’ı, Yassıada’yı, Yassıada Mahkemelerini, Yassıada Zulmünü, menfur infazları konuşurken, yazarken mutlaka elimizi vicdanımıza koymalıyız
6.9.2017, Fenerbahçe
HASAN EMRE OKTAY
***
(YASSIADA MAHKEMELERİ NAM TİYATROLARIN (!) MENFUR BAŞKANI; EMİR KULU, ADALET VE HUKUKUN UTANCI, OLABİLDİĞİNCE REZİL BİR YÜZ KARASI)
***
SALİM BAŞOL GERÇEĞİ
YALÇIN BAYER
(HÜRRİYET, 06 EYLÜL 2017)
Sami Selçuk: Hiçbir toplum hukukun ve adaletin dışında yaşayamaz...
Salim Başol gerçeği nedir
23 AĞUSTOS 2017 tarihli köşemizde ‘Toplu siyasi davalar ve unutulan bir söz: ‘Sizi buraya tıkayan kuvvet böyle istiyor’ başlıklı bir yazı yer almıştı. (06.09.2017-10:39Hürriyet Haber)
Yassıada duruşmalarında mahkeme başkanı Salim Başol’un isminin yer alması üzerine, Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk haklı olarak bize de sitem eden bir açıklama gönderdi ve “Yassıada’da Başkan Başol’un yargılama biçimi elbette tartışılabilir; özellikle gereksiz sorular sorması eleştirilebilir. Ancak yargılamanın temel ilkelerinden birini dile getirmesi, utanılası değil, tam tersine övülesi bir durumdur” dedi.
Selçuk şöyle diyor:
“Köşenizde önemli olaylara dikkat çekiyorsunuz. Ancak şu anda en önemli sorun, kanımca hukuktur. Hiçbir toplum hukukun ve adaletin dışında yaşayamaz. Ben de karınca kaderince çabalarımı bu yoldu gösteriyorum. Sözgelimi 16 Nisan halkoylaması hukuka aykırı olarak gerçekleşmiştir.
1 Eylülde Cumhuriyet’te haber olarak çıkan “16 Nisan halk oylamasına ilişkin bilimsel görüş”te hukuksuzluğa ilişkin vardığım sonuç ve yaptırımı, kamuoyu demokrasilerinin yaşandığı ülkelerde iktidarları düşürecek boyuttadır. CHP tarafından yayımlanan kitabı lütfen okuyunuz ve görüşlerinizi yazınız. Yanılıyorsam eleştiriniz ve sizin yazınız aracılığıyla hukukçular eleştirsinler.
“Yazınızda geçen ve Merhum Başkan Başol’un utanç verici olduğunu belirttiğiniz “Sizi buraya tıkayan kuvvet böyle istiyor” sözleri her şeyden önce eksik ve bu sözlerle ilgili değerlendirmeniz ise, ne yazık ki, hukuksal açıdan doğru değildir.
Olay aşağıdaki gibidir.
“CHP Mallarının Yasayla Hazine’ye Aktarılması Davası”nın duruşması sırasında sanıklardan Manisa Milletvekili Merhum Samet Ağaoğlu, Divan Başkanı Salim Başol’a söz konusu Yasa’ya olumlu oy verenlerin neden hepsinin değil de sadece 36 milletvekilinin yargılandığını, özellikle o dönemde Yasa’yı savunan sözcü Merhum Fethi Çelikbaş’ın neden sanıklar arasında bulunmadığını sorunca Merhum Başol, “Sizi alıp Yassıada’ya tıkan kudret böyle istemiş, onu biz bilemeyiz. Divan, huzuruna getirilen davaya bakar” diye yanıt vermiştir.
Dikkat ederseniz yazınızda söylenen sözlerin “.. onu biz bilemeyiz. Divan, huzuruna getirilen davaya bakar” kesimi unutulmuştur. Bu nedenle eksiklik söz konusudur.
İkinci olarak bu sözlerin anlamı sizin anladığınız gibi, “Sizi buraya tıkan kuvvet sizin mahkûm edilmenizi bizden istedi. Biz de buna boyun eğiyoruz” demek değildir.
DAVASIZ YARGILAMA OLMAZ
Merhum Başol, tam bu noktada Roma hukukundan bu yana ceza yargılamasında benimsenen tarihsel ve temel bir ilkeyi dile getirmektedir. O da şudur:
“Davasız yargılama olmaz” ya da “yargıç, dava açılmadan yargılama yapamaz”
yahut da “yargıç kendiliğinden olaya/davaya el koyamaz” (ne procedat index ex officio).
Evet, Yassıada yargılamaları doğal yargıç ilkesine aykırıdır. Başkan Başol’un yargılama biçimi elbette tartışılabilir; özellikle gereksiz sorular sorması eleştirilebilir. Ancak yargılamanın temel ilkelerinden birini dile getirmesi, utanılası değil, tam tersine övülesi bir durumdur.
Bu yüzden alışılmışa uyarak yaptığınız eleştiri ne yazık ki yerinde değildir.
Bu vesileyle bir yanlışı düzeltme olanağını verdiğiniz için teşekkür eder ve düzelteceğinizi umarım.”
GÜNÜN SÖZÜ
“Türk kimliği mi, ümmet kimliği mi? Adı konmayan bir milletin ferdi, olsa olsa Halifesine bağlı bir ümmetin kuludur.” Tuncay ERCİYES
SİLAHLARIN EŞİTLİĞİ VE BAROLARI KONUŞTURMAMAK
ADİL bir yargılama faaliyetinin olmazsa olma şartı; ‘Silahların eşitliği’dir.
İtham ve savunma taraflarından birinin, velev ki, algı düzeyinde de olsa, diğerine üstün olmasına yol açabilecek, her türlü müdahale, yargılamanın adil olması, bağımsızlığı, tarafsızlığı, üzerinde bir risk oluşturur.
Adli yargı yılı açılışına, Barolar Birliği’nin sadece hazırun/dekor olarak davet edilip, ‘savunmanın’ Adliye meseleleri üzerine konuşmasının engellenmesi, silahların eşitliği kavramınınTürkiye’deki durumu hakkında ciddi bir soru işaretini ortaya koyuyor.
Anayasa Mahkemesi Başkanının, Cumhurbaşkanının karşısında, abartılı nezaketi, Danıştay Başkanının, Ana Muhalefet partisine getirdiği aleni politik eleştiri,
ve de Yargı Yılı açılışında, Yargıtay’ın Barolar Birliği’ni konuşturmaması, yargı üzerinde ‘haketmediği’ ‘fonksiyon kaybı’ tereddütleri yaratıyor.
Kendi ağır iş yükünün yanında, bir sürü zorlu politik davalar hakkında da, özveri ile yargılama faaliyeti yürüten yargının, Adli yılın açılışında, manzarası ne yazık ki bu...
Manzara bu olunca da, Yargıtay Başkanının sözleri makes bulmuyor. S.Ö.
SABANCI ÜNİVERSİTESİ’NDEN:
AKADEMİK ÖZGÜRLÜK İLKELERİNE BAĞLIYIZ
SABANCI Üniversitesi Kurumsal İletişim Birimi bir açıklama göndererek, Alman Potsdam Üniversitesi’nde ‘Ermeni Soykırımı’ konusunda çalıştaya ev sahipliği yaptığı bilgisinin doğru olmadığını bildirdi ve “Öğretim üyelerimiz Sabancı Üniversitesi Akademik Özgürlük İlkeleri çerçevesinde yürüttükleri araştırmalarda ulaştıkları araştırma sonuçlarını yayınlama, tartışma ve yorumlamada özgürdürler. Sabancı Üniversitesi öğretim kadrosu ve yönetimi, her üniversite üyesinin bireysel bilimsel görüş ya da sanatsal ifade hakkını korumakla yükümlüdür. Bununla birlikte kamuoyu önünde ifade edilen görüşler hiçbir biçimde üniversiteyi bağlamaz. Konuyu sizlerin de bilgisine sunarız.” dendi.
PANO
- LAİKLİĞİ savunmak neredeyse faşistlikle özdeşti. Kemal OKUYAN
- YAŞAR Alptekin’in, ailesi CHP kökenlidir. Şarköy’de bir lokalleri vardır; abisi çalıştırır, ama şimdi yerlerini devrettiler galiba. Alptekin her yaz buralarda gözükür, şortuyla gezer tabii. Onu herkes tanır. Ne zaman 1 Eylül geldiğinde bizim Yaşar ‘dindar olduğunu’ hatırlar.. Hatta eskiden FETÖ’cü olduğunu söylüyor şimdilerde. Gazeteleri de alet eder. Kanmayın, inanmayın... L.Y.
BİLİYOR MUSUNUZ
CHP Genel Başkan Yardımcısı Çetin Osman Budak’ın “İşsizlik fonu, işsizlere değil; AKP’nin bütçe açıklarını kapatmak, siyasi ömrünü uzatmak için gündemde tutulan, iş üretmeyen dolayısıyla büyümeye katkısı olmayan projelere fon olarak kullanıyor, başvuran 1,874 bin kişinin işsizlik ödeneği alamadığını” söylediğini... CHP Ankara Milletvekili Dr. Mustafa Emir’in, Bakan Ahmet Eşref Fakıbaba’nın, kendisinden önceki bakanlar döneminde Bakanlık bünyesinde yolsuzluk yapıldığına ilişkin açıklamaları için “İdari bir idari işlem başlattınız mı? Yolsuzluğun parasal büyüklüğü ne kadardır; yolsuzluk hangi illerde olmuş ve bunlar kimlerdir” diye sorduğunu... 10 EYLÜL 1920’de kurulan Türkiye Komünist Partisi’nin, 97. yaşını 5 kentte (İzmir, Ankara, İstanbul, Bursa ve Eskişehir) bir araya gelecek partililerle kutlayacağını... MERHUM Vali Recep Yazıcıoğlu’nın 8 Eylül Cuma günü ölümünün 14. yılında Aydın Söke’deki mezarı başında anılacağını...
PANO
DİL Derneği olarak 30. yılımızda; Ankara’da Çankaya Belediyesi; İstanbul’da Avcılar ve Bakırköy Belediyeleri; İzmir’de Konak ve Karşıya Belediyeleri; Bursa’da Nilüfer Belediyesiyle birlikte 85’inci Dil Bayramını, Harf Devriminin 89’uncu, Söylev’in de 90’ıncı yılını kutluyoruz. Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, devrimlerin yapıcısı, eşsiz Söylev’i ile bugünümüzü de aydınlatan önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü saygıyla anıyoruz! Sevgi ÖZEL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder