29 Ağustos 2017 Salı

"6 EYLÜL 1955 (İstanbul; Osman Bey, Tünel, Karaköy, Kadıköy, Adalar... ) OLAYLARI" - Hasan Emre OKTAY

6 EYLÜL 1955 OLAYLARI
Hasan Emre OKTAY
6 Eylül 1955 günü Türkiye’mizde, özellikle azınlıkların yoğun yaşadığı İstanbul’da meydana gelen bir takım tedhiş olayları, yakın tarihimize kara bir leke olarak geçmiştir. Bu olaylar ülkesini seven, aklı başında her Türk yurttaşını derinden üzmüştür. Çapulcu görünüşlü bir takım insanlar İstanbul kentimizde Osman Bey, Tünel, Karaköy, Kadıköy, Adalar gibi semtlerde tüm dükkânları talan ediyorlar, dükkânlardaki kumaşlar, giyecekler, buzdolapları, koltuklar, kanepeler vb. parçalanarak sokaklara saçılıyor. Bölgedeki kilise, sinagog gibi ibadethaneler tahrip ediliyor, papazlar, hahamlar itiliyor, kakılıyor, dövülüyorlar. Tüyleri diken diken eden korkunç sahneler… Polisin yer yer yetersiz kaldığı olaylar, asayiş için çağrılan askeri birliklerin de gecikmesi sonunda 6 Eylül gece saat 24,00 a kadar devam ediyor. 6 Eylül’ün, 7 Eylül’e bağlandığı gece yarısı saat 24,00 de askeri birlikler duruma hâkim oluyorlar. Galata ve Unkapanı köprüleri açılıyor, Beyoğlu ve İstanbul yakası arası geçişler engelleniyor, sokaklarda tanklar ve askeri birlikler görülmeye başlıyor. Bu noktada önemli bir hususu vurgulayalım. ‘6-7 Eylül Olayları’ ifadesi tamamen yanlıştır. Çünkü 7 Eylül de hiçbir olay olmamıştır. Tüm olaylar 6 Eylül günü gece saat 24.00 de bitmiştir. 7 Eylül temizlik günüdür.
*
6 Eylül olaylarından en büyük zararı doğal olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve dönemin iktidar partisi DP görmüştür. Ancak çok gariptir ki, Yassıada Mahkemelerinde, bu talihsiz olayların faili olarak da yine Türkiye Cumhuriyeti ve DP Hükümeti gösterilmiştir. Yassıada Mahkemeleri, Yüksek Adalet Divanı 5 Ocak 1961 günü, ‘6-7 Eylül Olayları’ davasının kararını açıklamıştır. Mahkeme bu yanlış 6-7 Eylül ifadesini kullanıyor. Yassıada Mahkemeleri kararlarına göre, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, 6-7 Eylül Olaylarını tertiplemek suçundan 6 yıl hapis cezasına mahkûm ediliyorlar. Bu durumda Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Başbakanı ve Bakanları ile ülkesindeki azınlıklara karşı saldırı organize eden bir konuma getiriliyor. Böylece Yassıada Mahkemeleri bu kararıyla, 27 Mayıs’ın ülkemize verdiği zararlardan birine daha imza atmış oluyordu… Çünkü yıllar sonra, Amerikalı senatör Alfonse M. D’Amato 7 Ağustos 1995 tarihinde Amerikan Senatosuna Türkiye aleyhine bir önerge verirken, ‘Yassıada Mahkemesi YAD’nın DP Hükümeti hakkındaki kararını’ tanık belge olarak gösterecektir. D’Amato’nun önergesinin özü
“6-7 Eylül 1955 olayları bir Rum aleyhtarı kargaşa değildir, 
Rum aleyhtarı Pogrom ’dur.”
Pogrom kelimesi, Rusların ülkelerinde yaşayan Musevilere karşı uyguladıkları saldırı, taciz, yıldırarak kaçırma hareketlerine verilen genel addır. Pogrom, tabiatıyla bir insanlık suçudur. Önerge ABD Senatosunun senato tutanakları sayfalarında yer almıştır. (Congressional Record Senate, S. 11791-92-93)
*
Böylece 27 Mayısçı darbeciler ve destekçileri kendilerini meşrulaştırayım derken, Türkiye Cumhuriyetimiz için son derece tehlikeli bir durum yaratmışlardır. Bu bakımdan da Yassıada Mahkemelerinin zabıtlarını, kararlarını esas almak, son derece yanıltıcıdır. Menderes ve Zorlu bu mahkemelerde 6 Eylül Olayları konusunda da mahkûm edilince, ortaya fiili olarak (de facto) bir nevi pogrom itirafı çıkmaktadır. Henüz bu konu uluslararası arenada gündeme getirilmedi ama Türkiye düşmanları için bir koz olarak bekletilmektedir. Bu bakımdan Yassıada Mahkemeleri bir an evvel iptal edilmelidir. Zaten bu mahkemeler bir darbe sonunda kendilerini meşrulaştırmak için darbeciler tarafından kurulmuş, kararları önceden verilmiş düzmece darbe mahkemeleridir. O mahkemelerin hak, hukuk, adalet ile bir ilgisinin olmaması doğasında mevcuttur. Yassıada Mahkemeleri öyle bir tiyatrodur ki, mahkemelerin başsavcısı Altay Ömer Egesel Yassıada’daki bu davada, Yunanistan’ın 6 Eylül Olayları için 1955 yılında Türkiye’ye açtığı tazminat davasının iddianamesini kullanmıştır.
*
Diğer taraftan 27 Mayıs darbesi öncesi ve sonrası ile darbeden hemen sonra ders kitaplarına konu olarak konmuştu. Darbecileri vatan kurtaran kahraman gibi gösteren, Bayar, Menderes ve arkadaşlarını hanin gösteren konular 20 yıl okullarda okutuldu. Bu bakımdan derinlemesine düşünmeyen bazı insanlar hala 6 Eylül olayları için Menderes’i suçlayabilmektedirler. Nedir 6 Eylül olayları? İzninizle kısaca, ana hatlarıyla 6 Eylül Olaylarını irdeleyelim,
*
6 Eylül Olayları, Türk-Yunanistan ve Kıbrıs meselesiyle yakından ilişkilidir. 1955 yılında Türkiye’de özellikle İstanbul kentinde yoğunlaşmış olarak yaşayan takriben 70.000 Rum ve 20.000 Helen vardır. Rumlar ve Helenler aynı şekilde Yunan kökenli insanlardır. Aralarındaki fark Rumlar Türkiye Cumhuriyeti uyruklu, Helenler ise Yunanistan uyrukludur. Yunan Pasaportu taşıyan Helenler Türkiye’de iş kurabiliyorlar ve mülk sahibi olabiliyorlardı. Yassıada Mahkemelerinin, pogrom çarpıtmasından sonra ve pogrom yalanını destekleyen ikinci büyük yalanı, ‘6 Eylül Olaylarından sonra Rumların korkarak ülkemizden kaçtıkları’ yalanıdır. Rumlar da, Helenler de elbette o feci olaylar esnasında korkmuşlardır ama ülkemizden kaçmamışlardır. Zira 1959 yılı nüfus sayımına baktığımızda İstanbul’da yaşayan Rum ve Helenler ’in sayısında hiçbir azalma olmadığı hemen görülür. 6 Eylül 1955 Olaylarından iki sene sonra yapılan 1957 Genel Seçimlerinde Yunan orijinli bu vatandaşlarımızın oylarını DP’ye verdiklerini de anlıyoruz. Bu oylar olduğu gibi DP’ye gitmiştir. Rum ve Ermeni İstanbul milletvekilleri bu seçimden sonra Meclis’te yer almışlardır. Örneğin Hıristaki Yuvanidis, Aleksandros Hocapulaos, Zakar Tarver. 1957 seçimlerine üçüncü defa iktidar partisi olarak katılan DP, doğal olarak ülke genelinde oy kaybetmiştir. DP bu seçimlerde, örneğin Adana’yı hatta Ankara’yı kazanamamış ama azınlıkların yaşamakta olduğu İstanbul’u kazanmıştır. Tabii bunda 6 Eylül olaylarından son derece üzülen DP iktidarı yetkililerinin, olaylarda zarar gören Rum, Elen, Musevi, Ermeni hatta Türk herkese maddi manevi destek sağlamasının önemli rolü vardır. Banka kredileri, para yardımları, tahrip olan mekânları temizleyecek, onaracak yeterli ekiplerin oluşturulması vb.
Bu gün 2017 yılında ülkemizde hiç Helen bulunmaması ve Rumların sayısının da 2.000’lere düşmüş olmasının sebebi bambaşkadır. Şöyle ki;
İsmet İnönü azınlık hükümeti iktidarda. Kıbrıs’ta meşhur, Kanlı Noel Olayı 24 Aralık 1963 tarihinde cereyan ediyor. Lefkoşe’nin Kumsal semtinde 11 Türk, Rum tedhiş örgütü EOKA tarafından öldürülmüştür. Bunlardan dördü Emekli Doktor Tuğgeneral Nihat İlhan’ın ailesidir. Tuğgeneral Nihat İlhan’ın evinin banyo küvetinde eşi Mürüvvet, çocukları Murat, Kutsi ve Hakan ölü olarak bulunmuştur. Bu feci olay üzerine 1964 yılında Türkiye Cumhuriyeti Hükümetince bir Bakanlar Kurulu Kararnamesi çıkartılıyor ve Türkiye’deki Yunan uyruklu Helenler ‘in yanlarına alabilecekleri sadece 20 kilo eşya ve 200 TL. Para ile ülkemizi 48 saat içinde terk etmelerine karar veriliyor. Helenlerin önemli bir kısmı Rumlar ile evlendikleri onlardan çoluk çocuk sahibi oldukları için, ülkemizden sürülenlerin sayısı 30.000’leri buluyor. Yani ‘6 Eylül Olaylarından sonra gayrimüslimler Türkiye’yi terk etti’ ifadesi bilgi eksikliğinden kaynaklanan bir çarpıtmadan başka bir şey değildir.
Kanlı Noel Olayı
Şimdi gelelim 6 Eylül 1955 Olaylarına giden sürecin nasıl başladığına;
1955 yılı, Rum tedhiş örgütü EOKA, adadaki Türklere ve İngilizlere karşı terör olaylarını yoğun bir şekilde sürdürmekte, İngiliz askerlerini, polisleri öldürmekteler. Türkler gibi can kayıpları, yaralanmalar yaşayan İngilizler de Kıbrıs’taki bu ortamdan bezmiş durumdalar. Ancak İngilizler Doğu Akdeniz’in kendileri için güvenliği bakımından, Kıbrıs’taki askeri üslerinin varlığının korumasına yaşamsal önem vermektedir. İngiltere’nin Kıbrıs’ta, Dikelya ve Akrotitiri bölgelerinde 254 kilometre kare alanı kaplayan 2 askeri üssü vardır. Bu durumda İngiliz Hükümeti Londra’da Türkiye ve Yunanistan’ı da davet ederek üçlü bir konferans düzenlemeye karar verir. Konu Doğu Akdeniz’in güvenliği ve Kıbrıs’ın geleceğidir. Türkiye İngiltere’nin teklifini hemen kabul eder. Yunanistan ise kerhen kabul etmiş bir görüntü vermektedir. Konferans, 29 Ağustos 1955 tarihinde Londra’da Lancester House’da yapılacaktır. Türk heyetine Devlet Bakanı ve Dışişleri Bakan vekili Fatin Rüştü Zorlu başkanlık etmektedir. Heyette Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes, Dışişleri Genel Sekreteri M. Nuri Birgi, Londra Büyükelçiliğine yeni atanan Suat Hayri Ürgüplü, Atina Büyükelçisi Settar İksel, Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Dairesi Genel Müdürü Orhan Eralp ve Büyükelçi Mahmut Dikerdem bulunmaktadır. Konferansı organize eden İngiltere Dışişleri Bakanı Harold  MacMillan’dir. Yunan delegasyonunun başında da Yunan Dışişleri Bakanı Stefanopulos vardır.
*
Açılış konuşmasını yapan Harold MacMillan, Kıbrıs adasının stratejik bakımdan İngiltere için büyük önem taşıdığını vurgular. 1 Eylül’de ise Fatin Rüştü Zorlu, Türkiye’nin yeni Kıbrıs tezini açıklar. Tezi öğrenen Yunan Delegasyonu şoka girerken, EOKA’dan bezmiş olan İngilizler tezi gayet mantıklı bulmuşlar ve Türk Tezinden yana bir tavır içine girmişlerdir. Lancester House’da ortaya konan Türk Tezinde ‘Lozan Anlaşması’ ortaya konulmaktadır. Bilindiği gibi Lozan’da, Kıbrıs Adasına özel bir statü tanınmıştır. 30.madde ile Türkiye Kıbrıs adası üzerindeki egemenlik haklarını yalnız İngiltere’ye devrettiğini belirtmiştir. 31.madde ile de adada yaşayan halklara, antlaşmanın imzalanmasından itibaren iki yıllık bir süre içinde Türk ya da İngiliz uyrukluğu arasında tercih hakkı tanımıştır.
Bu bağlamda önemli gördüğümüz bir noktayı vurgulamadan devam etmeyelim. Geçen sürede Lozan anlaşmasındaki 31. Maddeyi Türkler aleyhlerine kullanmışlardır. Şöyle ki, 2 yıllık süre içinde çok sayıda Türk, Türk uyruğunu seçerek Türkiye’ye göçmüştür. Bu eylem adadaki Türk nüfusun azalmasına, çoğunluğun Rumlara geçmesine sebep olmuştur. Bu yüzden de Rumlar adada hak iddia etmeye başlamışlardır. Hâlbuki Kıbrıs 400 yüz yıla yakın bir süre Türklerin elinde bulunmuş, tarihin hiç bir döneminde Yunan idaresine geçmemiştir.
*
Fatin Rüştü Zorlu, Lancester House’da Türk tezini ayrıntıları ile anlattıktan sonra, Kıbrıs’ta egemenlik hakkının Lozan anlaşmasına göre İngilizler ’de olduğunu, eğer İngilizler bu hakkı kullanmak istemezlerse, Türkiye’nin önderliğinde Kıbrıs’ta yeni bir düzen kurulması gerektiğini vurgular. Doğal olarak İngilizler tarafından da benimsenen bu teze göre, Yunanistan artık Kıbrıs konusunda taraf olmaktan bile çıkıyor, ortada İngiltere ve Türkiye gibi 2 devlet kalıyordu. Yunanistan’ın ise Kıbrıs üzerinde herhangi bir sıfatı kalmıyordu. İngilizler bu tezi benimseyince Türk tarafında derin bir memnuniyet, Yunan tarafında ise şaşkınlık ve öfke hâkim olur. 
İngilizlerin de desteklemeye başladığı Türk tezi, Yunanistan hariç, uluslararası arenada da hemen benimsenir. Türk gazeteleri Londra’da Zafer gibi başlıklar atarken, Yunan Gazetelerinde hüzün vardır. ‘Yunanistan Kıbrıs’ı Kaybetti’ Ancak Londra’da bunlar olurken 2 Eylül günü, Yunan Dışişlerinden bir heyet alelacele Atina’ya hareket eder.
*
Lancester House’da konferansın sonuç bildirgesi üzerinde çalışmalar başlamıştır. Ancak 5 Eylül’ü, 6 Eylül’e bağlayan gece, ‘Yunanistan’da Selanik’te Atatürk’ün doğduğu evde bir bomba patladı’, şeklinde bir haber Türk heyetinin tüylerini diken diken eder. Dışişleri Bakanımız Fatin Rüştü Zorlu, Yunan Dışişleri Bakanı Stefanopulos’u şiddetle eleştirir. Türkiye’de de radyo 13.00 haberlerinde Selanik’teki bomba olayını duyurur. 16.30’ da ise, Mithat Perin’in sahibi, Gökşin Sipahioğlu’nun da yazı işleri müdürü olduğu İstanbul Ekspres Gazetesi, bomba haberi için ikinci baskısını yapar ve gazete sokaklarda satılmaya başlar. Daha sonra anlaşılacaktır ki, gazetenin baskı sayısı mutat rakamın çok üzerindedir.  
*
Türkiye’de, Kıbrıs olaylarından dolayı zaten çok gergin olan halkın, bu haberle iyice heyecanlandığı hissedilir. Saat 18,00-20,00 arası Beyoğlu’nda üniversite öğrencileri yürüyüş yaparlar. Sloganlar, marşlar eşliğinde yapılan bu yürüyüşte hiçbir olay olmaz. Bir süre sonra, saat 20,00 de Cibali Sigara Fabrikası işçileri ağırlıklı olmak üzere bir işçi yürüyüşü başlamıştır. Ancak bu sefer durum farklıdır. Osman bey’de Haylayf’ın camları kırılmış, Beyoğlu’nda CKM mağazası saldırıya uğramıştır. Burada CKM’nin Cevat isimli bir Türk’e ait olduğunu, o mağazanın Rumlar ile bir ilgisinin bulunmadığını belirtmekte fayda var zannederim. İşçi yürüyüşü saat 22,00 dolaylarına kadar sürer. Bu yürüyüşte çığırından çıkan kalabalıklar Osmanbey, Beyoğlu, Tünel, Tepebaşı, Karaköy’e kadar önlerine çıkan dükkanları, bazı kilise, sinegog hatta evleri paramparça ederler. Arkadan, saat 22,00 den sonra ne idüğü belirsiz, hırpani insan sürüleri bölgeye akın ederek, tahrip edilen mağazaları yağmalamaya başlarlar.
Bomba olayını haber alan emniyet güçleri, ağırlıklı olarak Yunan Konsolosluğu, Patrikhane gibi yerlerde önlem almış, dolayısıyla beklenmeyen bu saldırılar karşısında yetersiz kalmışlardır. Ayrıca 1955 yılında, askerin de polisin de toplumsal olaylara karşı özel bir eğitimleri hatta malzemeleri yoktur. Askerin olay yerine gelmekte geç kaldığı yazılır çizilir. Asker saat 24,00 de olay yerine ulaşmış ve tüm olaylar 6 Eylül 1955 saat 24,00’de sona ermiştir. Özelikle talan olayları, kırsal kesimden kentlere gelen, şehir nosyonuna ulaşamamış bilinçsiz, eğitimsiz, yoksul lümpenlerin varlıklı bölgelere vahşice saldırmaları şeklinde cereyan etmiştir.
*
Olayları Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve bazı hükümet mensupları İstanbul’dan Ankara’ya henüz hareket etmişken trende öğrenirler ve derhal geri dönerler. Olayın kontrolden çıktığı anlaşılınca o zaman ki tabiriyle Örfi İdare (sıkıyönetim) ilan edilir. Sıkıyönetim komutanlığına Üçüncü Ordu Komutanı Orgeneral Nurettin Aknoz Paşa getirilir. Gece saat 24.00-05 arası sokağa çıkma yasağı ilan edilir. Yapılan operasyonlarda İstanbul’da 5.104, Ankara’da 469, İzmir’de 170 kişi tutuklanır. İçişleri Bakanı Namık Gedik istifa eder, yerine geçici olarak Savunma Bakanı Ethem Menderes atanır, Savunma Bakanlığı görevini de Fuat Köprülü üstlenir. Milli Hizmetler Emniyeti Şefi, İzmir Valisi, İzmir’de bulunan birlikler komutanı, İstanbul Emniyet Müdürü Alâeddin Eriş ve üç General Menderes Hükümeti tarafından görevlerinden alınırlar. Birçok polis memurunun da olaylarla yeteri kadar mücadele etmedikleri için yerleri değiştirilir. Ayrıca göstericiler arasına karışan ve tahrip edilen dükkânlardaki malları çalmak amacında olan çapulcuların varlığı da şahitlerce saptanır.
6 Eylül 1955 tarihinde, rahmetli babam Faruk Oktay Ankara Emniyet Müdürü idi. Ankara valisi de rahmetli Kemal Aygün. Ankara’da olaylar sadece öğrenci protestoları şeklinde gerçekleşti, şiddet olayları olmadı. Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakülteleri önünde toplanan öğrenciler, polis ve askeri güçler tarafından göz yaşartıcı bomba kullanılmak suretiyle dağıtıldılar. Öğrenci yurtları da olayların etkisi geçinceye kadar gözetim altında tutulmuştur. Ancak şunu da belirtmek lazım Ankara’da, İstanbul ve İzmir’de olduğu kadar gayrimüslim yurttaşımızın bulunmaması, olayların hemen kontrol altına alınmasında elbet ki etken olmuştur.
*
Haberler Londra’ya ulaştığı zaman, Türk Delegasyonu üzerinde tahripkâr bir bomba gibi patlar. Kazanılan zafer dolayısıyla yükselen moraller bir anda çöker. 8 Eylül’de konferans, olaylar nedeniyle sonuç bildirgesi dahi yayımlanmadan dağılır. Türkiye’nin kendisine zafer getiren yeni Kıbrıs tezi, havada kalmıştır. Fatin Rüştü Zorlu başkanlığında Türk Heyeti, Londra’dan Ankara’ya dönerken belki ağlamaklı idi. Ama Yunan Heyetinin belli etmemeye çalışsa da mutlu olduğundan hiç şüphe yoktur.
*
Şimdi bu bilgiler ışığında düşünelim. Bir Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin, yani DP iktidarının zafere bir adım kala, bir akrep gibi kendini sokması ve her şeyi berbat etmesi ne akla ne de mantığa sığmaz. DP’yi 6 Eylül olaylarını tertiplemekle suçlamak ancak bilgi yetersizliğinden kaynaklanan bir gafletten başka bir şey değildir. Bu olaylar niçin Yunanistan derin devletinin eseri olmasın? Niye, bazı kişiler, bu ihtimali düşünmeden kolaya kaçarak sadece DP iktidarını suçlamakla yetinirler? Bu düşünceye dikkat çeken araştırmacı yazar Sayın Mehmet Arif Demirer’dir. Öyle ya, 6 Eylül Olayı cereyan ederken, içimizde yaşayan 20.000 Yunan uyruklu Elen’in olduğunu unutmamak lazım…
*
Olaylarla ilgili diğer bir görüş de, tüm olayları Türk derin devletinin organize ettiğine dairdir. Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun, 1991 yılında gazeteci Fatih Güllapoğlu’na yaptığı açıklamalar ilginç, ilginç olduğu kadar da üzücüdür. Söyleşide, General Yirmibeşoğlu, 6-7 Eylül Olaylarının bir özel harp işi olduğunu belirtiyor ve organizasyonu övüyor. Muhteşem bir örgütlenmeydi, amacına da ulaştı, diyor. Kıbrıs’ta da sivil direnişi örgütleyen lider, olduğu ileri sürülen Sabri Yirmibeşoğlu, 2010 yılında verdiği bir söyleşide de ‘Özel Harpte bir kural vardır, halkın mukavemetini arttırmak için düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır, bir cami yakılır. Kıbrıs’ta cami yaktık biz.’ İfadelerini kullanmıştır. Muhabir, cami mi yaktınız diye tekrar sorunca, Yirmibeşoğlu, ‘…mesela diyorum…’ yanıtını vermiş. Nitekim bomba haberini veren ekspres gazetesini, redaktör olarak yayına hazırlayan Gökşin Sipahioğlu da olayların istihbarat örgütü MAH tarafından organize edildiğini açıkladı. MAH, MİT’in eski adıdır. ,
BURADA ÖNEMLİ OLAN NOKTA ŞU: "ÖZEL HARP DAİRESİ DE, MİT DE, MAH DA" HÜKÜMETTEN BAĞIMSIZ ÇALIŞAN, GİZLİ DEVLET OLARAK NİTELENDİRECEĞİMİZ BİRİMLERDİR.
*
Biz, asla Sabri Yirmibeşoğlu gibi düşünmüyoruz. Zira 6 Eylül Olayları, Türkiye Cumhuriyetine faydadan çok zarar vermiş feci olaylardır. Eğer bu işi hükümetten bağımsız çalışan Özel Harp Dairesi yaptıysa, Sabri Paşa neden Yassıada Mahkemelerinde cesaretle çıkıp gerçeği söylemedi ve suçun insafsızca Menderes ve Zorlu’ya atılmasını önlemedi? 

EYLÜL 2017, FENERBAHÇE
HASAN EMRE OKTAY


ÖNEMLİ NOT: 
General Sabri Yirmibeşoğlu, 6 Eylül Olaylarının tartışıldığı 25 Ocak 2009 tarihli Teke Tek Programına telefonla katılarak olaylarla ilgili, aşağıdaki açıklamaları yapmıştır, aynen aktarıyorum. Sayın Yirmibeşoğlu, Google da farklı bilgiler olmasına rağmen 1955 yılında Özel Harp Dairesinin olmadığını, 53 yılında Seferberlik Tetkik Kurulunun kurulduğunu ifade ediyor. Bilgilerinize arz edilir.
Arda Gedik-Murat Bardakçı-Fatih Altaylı-Erol…
General Sabri Yirmibeşoğlu: 
“Ben basınla çok iç içe bir adamım. Bunun da çok zararını gördüm. Mesele şöyle oldu. Ankara sıkıyönetim komutanlığından ayrılırken gazeteleri ziyarete gidiyordum. Hürriyet gazetesine gittim. Sayın Özkök yoktu, bir iş için ayrılmış. Çekirge vardı (Fatih Çekirge olmalı). Bu arada Çekirge dışarı çıkınca bir zat geldi içeriye. Bu Güllapoğlu’ymuş. Bir şeyler soruyor adam ama bir şeyler de bildiği belli. Bu arada demin Sayın Gedik’in, ‘Paşa bunu tek başına yapamaz’ dediği konu var ya, bunları zaten biliyor, basında da çıktı. Bunları yasakladık falan ama artık üzerinden 15-20 sene geçmiş…6-7 Eylül olaylarına konuyu getirdi yani o sohbet arasında (Güllapoğlu) 6-7 Eylül Olayları gibi olaylar diplomasi de, askerlikte de olabilir, taktiklerdir diye bir cümle kurdu. Şimdi söylediği söz tamimiyle yanlış. Şimdi Sayın Bardakçı da bilir Özel Harp Dairesi o tarihte yok. 53’de Seferberlik Tetkik Kurulu kuruldu. Ankara’da arka sokakta küçük bir evdeler. Sayın Gedik’te bilir. Ben Muhafız Alayında 5 sene Sayın Bayar’ın nöbetini tutmuş bir adamım. Sayın Menderes’e Sayın Zorlu’ya şahsi saygım vardır. Yani konferansımda da söylüyorum. Mesela şu Avrupa Birliği meselesi şu hükümet olsaydı (DP’yi kastediyor olmalı)  bu güne kadar hallolurdu, derim… Esas konuya geleyim. Bu arkadaş diyor ki, Özel Harp Dairesi yaptı diyor. Özel Harp Dairesi yok. Sayın Gedik de bilir. Sayın İnönü’nün ve Sayın Bayar’ın başyaveri Danyal Karaben Kore’ye gitti geldi, 53 senesinde Seferberlik Tetkik Kurulu kuruldu. Daha 3-4 tane subayları var. Daha Özel Harp Dairesi yok… Kaldı ki Sayın Cumhurbaşkanına, Sayın İnönü’ye başyaverlik yapmış bir adamın böyle bir şeye müdahil olması imkanı yok… Ondan sonra Kıbrıs meselesi çıktı 55-56 da. Bizim Türk Mukavemet Teşkilatı kuruldu. İktidarın da büyük himmeti ile tam anlaşma yapıldı (Menderes iktidarını kastediyor olmalı)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder