17 Eylül 2015 Perşembe

EN KARA, KARANLIK; TÜRK İSTİKLÂLİ VE İSTİKBALİ ÜSTÜNE KÂBUS GİBİ ÇÖKEN MUZLİM GÜN (16)-17 EYLÜL 1961

17 Eylül 2015, Baş Vekil Adnan Menderes'in kalleşçe asıldığı günün, 54. yıl dönümü!..
O’nlar (Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Fatin Rüştü Zorlu) gözü dönmüş vatan hainleri tarafından; Alçakça, kalleşçe; Haksız yere asılmak suretiyle "hunharca" şehit edilerek öldürüldüler.
Türkiye demokrasi tarihinin en acı günlerinden biri olan, 1950 seçimlerinde yüzde 52,7 oyla iktidara gelen ve 10 yıl süreyle başbakanlık yapan Adnan Menderes'in idam edilmesinin üzerinden 53 yıl geçti. Türkiye demokrasi tarihinin en acı günlerinden biri olan, 1950 seçimlerinde yüzde 52,7 oyla iktidara gelen ve 10 yıl süreyle başbakanlık yapan Adnan MENDERES'in idam edilmesinin üzerinden 53 yıl geçti.
MİLLİ İRADEYE VURULAN DARBE
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üç açık müdahalesinden biri olan 27 Mayıs 1960 darbesi ile "milli iradeye" vurulan bu darbe, hala hafızalardaki yerini korurken, Menderes ve idam edilen bakanlarının itibarları ise ancak 11 Nisan 1990'da TBMM tarafından kabul edilen kanunla iade edilebildi.
SİYASETE SERBEST FIRKA İLE BAŞLADI
Aydınlı bir çiftçi ailenin çocuğu dünyaya gelen Menderes, siyasete 1930'da, Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın bir kolunu organize ederek başladı. Partinin kendini feshetmesinden sonra CHP'ye geçen Menderes, 1931 seçimlerinde Aydın milletvekili seçildi.
CHP'DEN İHRAÇ EDİLDİ
İsmet İnönü ile "Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu" görüşmeleri sırasında ayrı düşünen Menderes, parti içi muhalefetten dolayı 1945 yılında CHP'den ihraç edildi. Menderes, CHP'den birlikte ihraç edildikleri arkadaşları Celâl Bayar, Fuad Köprülü ve Refik Koraltan ile 7 Aralık 1945'te Demokrat Parti'yi (DP) kurdu.
OY PATLAMASI YAPTI
1950 yılında seçimlerden önce Seçim Kanunu değiştirilerek, yargı güvencesi ve "gizli oy - açık tasnif" sistemi getirildi. 14 Mayıs 1950'deki seçimlerde DP büyük bir başarıya imza atarak yüzde 52,7 oyla 420 milletvekili çıkardı. CHP ise yüzde 39,4 oy ile sadece 63 milletvekili çıkarabildi.
ATATÜRK'ÜN RESMİ PARAYA YENİDEN BASILDI
TBMM başkanlığına Refik Koraltan, cumhurbaşkanlığına DP Genel Başkanı Celal Bayar seçilirken, yeni hükümet ise Adnan Menderes başbakanlığında kurularak 22 Mayıs'ta göreve başladı. Köprülü bu kabinede dışişleri bakanı oldu. Atatürk'ün resmi yeniden paralara basılmaya başlandı. Adnan Menderes'in 10 yıllık başbakanlık döneminde Türk iç ve dış politikasında büyük değişimler oldu. Birinci Menderes Hükümeti'nin ilk icraatı "fazla masraf olduğu" gerekçesiyle devlete ait otomobilleri satmak oldu. Menderes döneminde, paralara mevcut cumhurbaşkanının resminin basılması uygulamasını kaldırıldı. Menderes hükümeti bir başka önemli icraata daha imza attı. Yeni uygulama ile o döneme kadar Türkçe okunan ezanın Arapça okunması serbest bırakıldı. DP Hükümeti görevde henüz ikinci haftasını tamamlamıştı ki 6 Haziran 1950'de, askeri darbe planladıkları gerekçesiyle başta Genelkurmay Başkanı Abdurrahman Nafiz Gürman ve bütün üst komuta kademesi dahil olmak üzere 15 general ve 150 albayı re'sen emekliye sevk etti.
GSMH YILDA YÜZDE 9 BÜYÜDÜ
1950-1954 yıllarında Türkiye, ekonomide kalkınma dönemine girdi. 1951'de Kore'ye asker gönderen Türkiye, 1952'de NATO'ya tam üye olarak kabul edildi. Ayrıca serbest piyasa ekonomisine geçişe hız kazandırıldı. Yabancılara petrol arama ve çıkarma izni verildi. Yabancı sermayeyi teşvik yasası çıkarıldı. Gelen krediler özellikle tarım alanında kullanmaya başlandı. Tarımda makineleşme çalışmaları yoğunlaştırıldı. Marshall Planı'nın da katkısıyla ülkede yeni sanayi tesisleri kuruldu. 1954 yılında Türkiye Vakıflar Bankası kuruldu. Bu dönemde Türkiye'nin gayri safi milli hasılası yılda ortalama yüzde 9 oranında büyüdü.
TÜRK SİYASİ TARİHİNDEKİ EN YÜKSEK OY ORANI
Menderes başkanlığındaki DP, 2 Mayıs 1954 tarihinde yapılan seçimlerde de büyük bir zafer kazandı. Oyların yüzde 57,6'sını alarak iktidarını tek başına devam ettirdi. Bu, Türkiye tarihinde demokratik bir seçimde bir siyasi parti tarafından ulaşılan en yüksek orandı ve bir daha da bu orana ulaşılamadı.
SIKINTILI SÜREÇ BAŞLADI
1955'ten itibaren başlayan dünya genelindeki ekonomik durağanlık ve aynı dönemdeki Kıbrıs görüşmeleri sonrasındaki 6-7 Eylül Olayları, sıkıntılı bir sürece neden oldu. Kıbrıs konusunda Londra'da ikinci tur görüşmeler yapılırken 6 Eylül 1955 gecesi İstanbul'da bazı gazetelerin, Selanik'te Atatürk'ün evine bomba atıldığını yazması üzerine azınlıkların hedef alındığı olaylar çıktı. Ağırlıklı olarak Rumlara karşı yönelen olaylarda çok sayıda kilise, dükkan ve otel saldırıya uğradı. Bir papaz da olaylar sırasında hayatını kaybetti. 6-7 Eylül Olayları sonrasında bazı milletvekillerinin, ceza yasasına ispat hakkı getirilmesini istemesi kargaşaya yol açtı. Hükümetin karşı çıktığı yasa tasarısının kabulü için çalışan 9 milletvekili DP'den ihraç edildi. Bunun üzerine 10 milletvekili de DP'den istifa etti. 15 Ekim 1955'te DP büyük kongresi yapıldı ve Menderes tekrar genel başkan seçildi. 27 Ekim 1957 seçimlerinde DP yüzde 48 oy alarak 424 milletvekili çıkardı. CHP'nin milletvekili ise 186 oldu.
DÜŞEN UÇAKTAN YARA ALMADAN KURTULDU
Kıbrıs konusunda 11 Şubat 1959'da imzalanan Londra ve Zürih anlaşmaları ile bağımsızlık, iki toplumun ortaklığı, toplumsal alanda otonomi ve çözümün Türkiye, Yunanistan ve İngiltere tarafından garanti edilmesi ilkelerine dayandırıldı. Bu da Kıbrıs Cumhuriyeti'nin resmen 16 Ağustos 1960'ta kurulmasını sağlayan sürecin en önemli adımı oldu. Bu süreçte Başbakan Menderes'in yanı sıra Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu etkin rol üstlendi. 17 Şubat 1959'da Kıbrıs konusunda Yunanistan'la imzalanan ikili antlaşmanın ardından üçlü görüşmeler için İngiltere'ye giden Menderes'in uçağın Londra Gatwick Havalimanı yakınlarında alçalırken düşüp parçalandı. Menderes kazadan yara almadan kurtulurken kaza, muhalefetle iktidar temsilcileri arasında kısa süreli bir yumuşamaya yol açtı.
DARBE DÖNEMİ
1955'ten sonraki ekonomik daralma ve siyasette yaşanan kamplaşma gerekçeleri 27 Mayıs askeri darbesinin alt yapısını oluşturdu. 27 Mayıs 1960 sabaha karşı saat 4'te radyoda Kurmay Albay Alparslan Türkeş TSK olarak yönetime el koyduklarını belirtti ve askeri darbenin sebeplerini bir radyo bildirisi ile halka duyurdu. Menderes ise 27 Mayıs 1960 günü Kütahya'da Albay Muhsin Batur tarafından gözaltına alınarak Ankara'ya götürüldü. Daha sonra da ve diğer tutuklu DP üyeleri ile Yassıada'da hapsedildi. Darbeci subaylar ise Cemal Gürsel başkanlığında kurulan Milli Birlik Komitesi ve kurucu meclis ile beraber ülke yönetimini devraldı. Menderes ve diğer DP üyeleri ise bulundukları Yassıada'da kurulan Yüksek Adalet Divanı tarafından yargılanmaya başladı. Yapılan oturumlar her gece radyoda Yassıada Saati programında halka duyuruluyordu. 9 Temmuz 1961 tarihinde Anayasa Komisyonu'nun hazırladığı yeni anayasa için yapılan halk oylaması ile yüzde 61,7 oy oranı ile kabul edilerek yürürlüğe girdi.
13 DAVADAN YARGILANDI
27 Mayıs darbesini yapan cuntacıların özel olarak kurdukları mahkeme olan Yüksek Adalet Divanı'nda 13 davadan yargılanan Menderes, Bebek Davası dışındaki bütün davalardan suçlu bulundu. Mahkeme, 9 ay 27 gün süren yargılama süreci sonunda aralarında Menderes'in de 14 kişinin idamına, 31 kişinin de ömür boyu hapse mahkum edilmesine karar verdi. Geri kalan 418 sanığa ise 6 ay ile 20 yıl arasında değişen hapis cezaları veya beraat kararı verildi. Cemal Gürsel başkanlığındaki Milli Birlik Komitesi; Celâl Bayar, Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu dışındakilerin idam cezasını affetti. Celal Bayar'ın cezası yaş haddi nedeniyle ömür boyu hapse çevrildi. Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan, 16 Eylül 1961 tarihinde sabaha karşı idam edildi. Menderes ise 17 Eylül 1961'de sağlık muayenesini yapan doktor heyetinden "sağlam" raporu alınmasının ardından, İmralı Adası'na götürüldü İlk durak, komutanın odası oldu. İdam kararı yüzüne okundu. Menderes’in dilinden “Allah milletimize zeval vermesin” cümlesi döküldü. İdam sehpasına gitmeden önce din görevlisi ile birkaç dakika konuştu. Ardından beyaz gömlek giydirildi.
MİLLETİME EBEDİ SAADETLER DİLERİM
"Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda devletim ve milletime ebedi saadetler dilerim. Bu anda karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum..." Menderes, saat 13.21'de İmralı Adası'nda idam edildi.
GÜNCEL DP’DEN YAPILAN AÇIKLAMA:
Genel Başkan Gültekin Uysal, Demokrasi şehitlerimiz, Demokrat Parti’nin Kurucusu Şehit Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşları Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idam edilişlerinin 54. yılında bir mesaj yayınladı. (16 Eylül 2015 Çarşamba) “Eylüllerle, mayıslarla, şubatlarla var olan hesabı kapatmanın tek ve yegâne yolu yasaları değil zihinleri değiştirmektir”
(DP Basın Merkezi – 16 Eylül 2015) Genel Başkanımız Gültekin Uysal, Demokrasi şehitlerimiz, Demokrat Parti’nin Kurucusu Şehit Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşları Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idam edilişlerinin 54. yılında bir mesaj yayınladı. 17 Eylül 1961’de insanlığın idam sehpasına çıkarıldığını ifade eden Uysal; 
“Eylüllerle, mayıslarla, şubatlarla var olan hesabı kapatmanın tek ve yegâne yolu yasaları değil zihinleri değiştirmektir” dedi. 
17 Eylül Demokrasi şehitlerimizi anmak ve bir kez daha yaşananları hatırlatmak adına açıklama yapan Genel Başkanımız Gültekin Uysal mesajında şunları kaydetti: “Türk Siyasi tarihinden, insanlık tarihinden silmek istediğimiz, hafızamızdan silmek istediğimiz bir gün 17 Eylül… 27 Mayıs “eşkıya hareketi” ile önce demokrasi ve adalet, akabinde 17 Eylül 1961’de ise “insanlık” idam sehpasına çıkarılmıştır. Yalnız Hürriyetçi Demokratlar için değil, Türk Siyaseti, adalet ve insanlık için de elem dolu bir gündür 17 Eylül.
“Türkiye Tarihi’nin en büyük siyasi suikastı gerçekleşmiştir”
55 sene evvel, milli irade ile, milletin kendisi ile kavgaya tutuşanların, “Büyük Türkiye” idealinden korku duyanların ve maalesef Yüce Türk Ordusu’nun rütbelerine sığınan bir gurup eşkıyanın tertibi ile Türkiye Tarihi’nin en büyük siyasi suikastı gerçekleşmiştir. 38 subaydan müteşekkil bu eşkıya hareketi, 27 Mayıs’ta demokrasiyi ve adaleti kurşunlamakla, hürriyetçi demokratların manevi varlıkları nezdinde öç almakla yetinmemiş, “gözünü kan bürümüş” sözde hakim ve savcılar aracılığı ile kurmaca mahkemelerde maddi varlıklarına kast etmişlerdir. Demokrat Parti’de vücut bulan milli irade ile mücadelelerinin, öç almak istemelerinin nedeni; atıl kalmış bir ülkenin atılımı, ülkenin öz kaynaklarının farkına varması, vatandaşlık bilincinin yerleşmeye başlaması, vatandaşın onaylayan değil, hür iradesi ile “seçen” seçmen olması ve milletin “Büyük Türkiye” idealine sarılmasıdır. “Hiçbir şahsa ve zümreye karşı olmadığı”nı iddia eden darbe zihniyeti, 27 Mayıs’ta millete karşı olduğunu, 17 Eylül’de ise bir zümre ile, bir şahıs ile meselesi olduğunu kanıtlamıştır. “Her vatandaşın kanunlar ve hukuk prensipleri esaslarına göre muamele göreceği” iddiasını dillendiren eşkıya hareketi, “27 Mayıs’tan sonra kurmaya başladığı mahkemelerde” aldığı kararlarla neyin, kimin hukukunu ve hangi kanuni esasları uyguladığını halen sorgulatmaktadır. O dönemde hukuk adı verilen bu garabet yalnız o günün değil, sonraki günlerin, Türk Siyaseti’nin diğer “kara gün”lerinin de müsebbibidir.
“Darbeler güne değil; geleceğe, gelişmeye ve muasır medeniyet idealine vurulmuştur”
“Darbelerin anası” olarak nitelendirdiğimiz 27 Mayıs, 12 Eylül’leri, 28 Şubat’ları doğurmuştur. Dolayısıyla bugün de demokrasi sorunsalı olarak tartıştığımız birçok mesele 27 Mayıs’ın ürünü, darbenin nesebidir. Bu açıdan bakıldığında darbeler güne değil; geleceğe, gelişmeye ve muasır medeniyet idealine vurulmuştur. Ve maalesef darbelere maruz kalanlar her daim Hürriyetçi Demokratlar olmuştur. Darbeler, millete hizmet etmenin, demokrasi demenin bedelini mahkemelerde, zindanlarda ve darağacında demokratlara ödetmiştir. Kurmaca mahkemelerde sorgulanan, zindanlarla korkutulmaya çalışılan, darağacına yollanan, milletin kendisi olmuştur.
“Bedeli ne olursa olsun her demokrat beden, bedel ödemeye hazırdır”
Beşeriyetin, medeniyetin ve demokratik siyasetin katili bugünleri tarihten silmenin, adını anmayacak hale getirmenin, eylüllerle, mayıslarla, şubatlarla var olan hesabı kapatmanın tek ve yegâne yolu; yasaları değil zihinleri değiştirmektir. Bilinmelidir ki; demokrasi için, millet için dün bedel ödeyen, ödemekten çekinmeyen demokrat gelenek şükürler olsun ayaktadır, ayakta ve milletin yanında olmaya da devam edecektir. Bedeli ne olursa olsun her demokrat beden, bedel ödemeye hazırdır. Bu duygu ve düşüncelerle 54 sene önce aramızdan “alınan” Şehit Başvekil Adnan Menderes’i ve 18 Eylül’de idam sehpasına çıkarılan Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ı, demokrasi inancına hayatını vakfetmiş tüm abide şahsiyetlerimizi bir kez daha rahmet ve minnetle anıyoruz.”

15 Eylül 2015 Salı

Hasan POLATLAN ile Fatin Rüştü ZORLU "haksız ve adaletsiz, nâhak yere" İdam Edildiler, 16 Eylül 1961

Yargı muktedirin intikam aracı olursa!..
54 YIL ÖNCE BU GÜN;
Hasan POLATLAN ile Fatin Rüştü ZORLU Alçakça ve Hunharca Canlarına Kıyılarak Şehid Edildiler!...
Yassı Ada Mahkemeleri, bağımsızlığını kaybeden yargının iktidarın elinde nasıl intikam aracı olabileceğinin en acı örneklerindendir. Ancak, ne tarih ne de mazlumlar zalimlerin yakasını bıraktı. Bakan Hasan Polatkan’ın yeğeni, kararların yok sayılıp cinayeti işleyenlerin cezalandırılmasını istiyor.
16-17 Eylül 1961’in üzerinden tam 54 yıl geçti. 
Yeni nesil 27 Mayıs’ı  ve 16 ay geçtikten sonra idam edilen Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ı yakından tanımayabilir. Oysa bir başbakan ve iki bakanın idam sehpasında can vermesi siyasi tarihimizin en acı olaylarından biridir. Yassıada, yargının muktedirlerin elinde nasıl bir kılıç olabileceğinin hazin öyküsüdür. 27 Mayıs, sonraki askerî ve sivil darbeler için bir model. Darbeciler ilk iş olarak anayasayı askıya aldılar ve evrensel hukuk kurallarını çiğneyerek proje mahkemeler kurdular. Darbecilere bağlılığını bildiren hâkim ve savcılar proje mahkemede görevlendirildi. Yargı, devleti ele geçirmiş bir avuç cuntanın elinde kılıçtı artık. İşkencenin bini bir paraydı. Bizans’tan kalma hücrelere kapatıldı yaşlı başlı insanlar. Dövüldüler, hakarete uğradılar! Duruşmalar tam bir komediydi. Menderes ve arkadaşlarının idam edildiği 15-16 Eylül’de (1961) ise zulüm zirveye ulaştı.
Yassıada Mahkemesi’nin kararlarının tartışılması hiç bitmedi. Hukukçular mahkemenin istisnai bir mahkeme olmasına dikkat çekiyor. Eski Adalet Bakanı Prof. Dr. Hikmet Sami Türk, “Kararların adil olduğu düşünülemez.” diyor. Mazlumların yakınları ise hak arama mücadelesini sürdürüyor. İdam edilen Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın yeğeni Hasan Hayri Bilir, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yaptı. Yassıada kararlarının yok sayılmasını, 27 Mayısçıların 12 Eylülcüler gibi yargı önüne çıkartılmasını ve haksız edinimlerine el konmasını istiyor. Peki, 16-17 Eylül’de neler yaşanmıştı?
Yassıada’da 9 ay boyunca 20’ye yakın davada kendini savunmaya çalışan Demokrat Partililer ile ilgili karar 15 Eylül’de açıklandı. Proje mahkeme; Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan, eski TBMM Başkanı Refik Koraltan başta olmak üzere 15 sanık hakkında idam kararı verdi.
15 Eylül Cuma sabahı, Yassı ada vakarlı bir sükûn içinde canlandı. 
Ortalık henüz ışımaya başlarken o güne kadar benzeri hiç duyulmamış bir olayla karşılaşıldı. Büyük bir vecd içinde ezan okuyan tatlı ve gür bir ses, adanın mütevekkil sakinlerini uyandırdı. Adada ramazanda kendi koğuşlarında Kur’an okunmasına bile izin vermeyen ve bunun nöbetçileri etkilemek için başvurulan bir tertip olduğunu iddia eden ada komutanı Tarık Güryay için bu beklenmedik ezan okuma olayı disiplin bozucu ağır bir suçtu şüphesiz. Ama artık çok kritik bir güne gelinmiş, hiçbir endişe ve korku kalmamıştı. Tahsilini El Ezher’de tamamlamış Konya Milletvekili Mustafa Rünyon, bu baskı çemberini kırmış, yanık ve lahuti sesiyle ezan-ı Muhammediyi okumuştu. Heyecan içinde hücrelerinden kalkan Yassıada sakinleri tam bir tevekkül ve teslimiyet içindeydi. Her koğuştaki insanlar birbirleriyle kucaklaşıp helalleşti.
Her şey planlanmıştı. Demokratlar plan gereğince on beşer kişilik gruplara ayrılmış, her grubun teker teker huzura alınıp kararların okunması öngörülmüştü. Bu gruplar birbirini izleyen kuyruk dizisi hâlinde, değişik bir güzergâhtan geçirilerek arka tarafta saf bağlatılmıştı. Ada semalarında uçan jetler, biraz açığa demirleyen gemiler olağanüstü tedbirlerdendi! Uzun bekleyişten sonra gruplar birer birer mahkeme huzuruna alınmaya başladı. İlk grupta Celal Bayar, TBMM Başkanı, yardımcıları ile hükümeti teşkil eden bakanlar yer almıştı. Adnan Menderes ise o sabah ağır bir ilaç komasında bulunduğu için mahkemeye getirilmemişti. Menderes’in idam kararı gıyabında okundu.
Hâkimlerin gözleri yere eğikti!
Mahkeme korkunç bir sessizlik içindeydi. Salim Başol ve arkadaşları ayakta, gözleri yere eğik, yüzleri kasılmıştı. Hiçbiri başını kaldırıp kurbanlarının yüzüne bakamadı. Tribünlerden her zaman yaptıkları gibi ne yuh sesi ne de alaycı ifadeler duyuluyordu. Her grup mahkeme salonuna alınıp kararları yüzlerine karşı okunduktan sonra dışarı çıkarıldı. Ölüme veya müebbede mahkûm edilenler ayrıldı ve bileklerine yeni yaptırılmış kelepçeler vuruldu. Bunlar iskelenin iki yanına yanaşmış hücumbota götürüldü. 15 kişi idama, 43 kişi ise müebbet hapis cezasına çarptırılmıştı. Mahkûmların göğüslerine birer fotoğrafı ile mahkûmiyet kartı iliştirilmişti. Bunlar önceden hazırlanmıştı. Gemi İmralı’ya doğru yol alırken kelepçeli ellere birer paket yiyecek kumanyası verildi. Sonra bir görevli herkesin mendillerini çıkarmasını istedi. Masa üzerine yayılan mendillere üzerlerinde bulunan saat, çakmak, cüzdan ne varsa konulup düğümlendi. Elleri arkalarına kelepçeli idam mahkûmları iskeleye çıkarılınca her birinin koluna hemen iki gardiyan girdi. Binanın zemin katında içinde yatak ve karyolalar bulunan genişçe bir bölüme alındılar. Herkes bir yatağın üzerine çöktü. Gece yarısına kadar ellerindeki kelepçe çözülmedi. Yataklara yattılar. İmralı’da daha karardan önce çukurlar açılmıştı.
15 Eylül’ü 16’ya bağlayan gece yarısından biraz sonra gürültüler başladı. Ada komutanı Tarık Güryay ve bazı subaylar alkollü bir şekilde kahkahalar savurarak koğuşa geldi. Sabah bu aşırı sevinç çığlıklarının Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idam törenine katılmış olmalarından ileri geldiği öğrenildi.
17 Eylül sabahı Menderes’in odasına biri profesör iki doktor ve ada komutanı girdi. Doktorlar Menderes’i son kez muayene etti. Bu yalnızca bir muayene değildi. “Prostat muayenesi yapmayı unutmuşuz.” diyerek Menderes’in “İstirham ediyorum, yapmayın.” yalvarışına aldırış etmeden işkence yaptılar. Menderes, Yassıada’dan İmralı’ya götürüldü. Artık son yolculuğuna çıkıyordu. İmralı Adası’na indikten sonra iki askerin kolları arasında yürümeye başladı. İlk vardığı yer komutanın odası oldu. İdam kararı yüzüne okundu. Menderes’in dilinden “Allah milletimize zeval vermesin.” cümlesi döküldü. İdam sehpasına gitmeden önce hoca ile birkaç dakika konuştu. Sonrasında beyaz gömlek giydirildi. Ailesine ve milletine son sözleri ise şu oldu: “Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda devletim ve milletime ebedî saadetler dilerim. Bu anda karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum.” Saatler 13.23’ü gösterdiği sırada Menderes’in sesi derinden son defa duyuldu. Güneşli havada birden bulutlar belirdi ve İmralı’nın o bölgesine mevzii bir yağmur boşandı. Menderes’in ölüm kararı bütün adli usul kuralları çiğnenerek bir oldubitti ile gündüz yerine getirilmişti.
‘Kararlar 
yok sayılsın’
27 Mayıs ve Yassıada’nın mağdurlarının hak arayışı ise 54 yıldır sürüyor. 1974’te DP’liler siyasi haklarına kavuştu. 1990’da rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal, İmralı’dan üç devlet adamının cenazesini alarak Anıt Mezar’a nakletti. Devlet Menderes ve arkadaşlarına itibarlarını iade etti. 2010 referandumundan sonra darbecilerin yargılanmasının önü açıldı. 16 Eylül’de idam edilen Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın yeğeni Hasan Serdar Bilir de 27 Mayısçılar hakkında 2013’te Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Savcılık soruşturma açtı. Ancak özel mahkemelerin kaldırılmasından sonra yeni savcı, zaman aşımı gerekçesiyle dosyaya takipsizlik kararı verdi. Hukuk yollarının tükenmesinden sonra Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapan Bilir, mahkemeden Yassıada kararlarının yok sayılmasını, şüpheliler hakkında cezalandırılmaları talebiyle kamu davası açılmasını istiyor. Dilekçede Bilir, “1990’da itibarlar iade edildiğinden Yassıada kararları fiilen yok hükmündedir ancak 2010 yılına değin anayasanın geçici 15. maddesi nedeni ile şüpheliler hakkında suç duyurusu yapılamamıştır. 27 Mayıs 1960 darbesini yapanlar da 12 Eylül 1980 darbesini yapanlar gibi yargılanmalıdır. Şüpheliler hakkında cezalandırılma istemi ile kamu davası açılmasını ve gerekli işlemlerin yapılarak yasa dışı iş ve bu eylemlerden kendilerine sağladıkları maddi ve manevi edinimleri var ise kamu yararına el konulmasını istiyorum.” diyor.
Bilir, bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenlerle ihlal edildiğini ise şöyle izah ediyor: “Suç konusu eylem, darbe yaparak milletin seçtiği vekilleri silah zoruyla alıkoymak, Meclis’i feshetmek, darp, yağma ve işkence gibi insanlık suçu işlemektir. İhtilal günü babam Prof. Dr. Servet Bilir elleri kelepçelenerek yaka paça götürülmüştür. Babam 11. dönem Bolu milletvekilidir. Yassıada’da seçim bölgesi olan Bolu’dan almış olduğu yüksek oy oranı ile sorgulanmış, beş yıl ağır hapis cezasına çarptırılmış, Yassıada ve Kayseri’de iki buçuk yıl hapsedilmiştir.  Dayım Hasan Polatkan da idam edilmiştir. Her ikisinin de sorgulamaları ve suçlanmaları tamamen siyasi saiklerle olmuştur, ortada bir suç yoktur. Ailemizden yemek, cellat, kefen ile darağacındaki ipin parası tahsil edilmiştir.  Hasan Polatkan ve Servet Bilir, darbe yapanlar tarafından silah zoruyla alıkonulmuş, malları yağmalanmış, aylarca Yassıada’da alıkonuldukları hücrelerde çeşitli işkencelere maruz kalmışlardır. Babam zaruri olan tuvalet ihtiyacını başında bir nöbetçi olduğu hâlde tuvaletin kapısı açık olarak gidermiştir. Dayım Hasan Polatkan, elinde sigara söndürülmek ve içinde buzlu su bulunan havuzda yarı çıplak bekletilmek suretiyle saatlerce işkenceye maruz kalmıştır. Annem Prof. Dr. Şule Bilir ve kardeşimle zaruret içinde bırakıldık. İhtilalde iki buçuk aylıktım. Babam tahliye edildikten sonra bir süre babamı kabullenemedim. Bunların tamamı insanlık suçudur. Şüpheliler hakkında cezalandırılmalarına karar verilmesi ve kamu  davası açılması talebiyle karara itiraz ediyorum.”
Hasan Hayri Bilir, AK Parti’nin seçim meydanlarında Menderes’i ve 27 Mayıs’ı istismar ettiğini de söylüyor. “Eğer gerçekten Adnan Menderes’e sahip çıksalardı, AK Parti bu davanın takipçisi olurdu.” diyor. Yassıada’nın da 27 Mayıs darbesi hatıralarıyla gelecek nesillere ibretlik bir müze olarak kalması gerektiğini belirten Bilir, “Ne acıdır ki Demokrat Parti’nin devamı olduğunu söyleyen AK Parti hükümeti döneminde Yassıada müze olmak yerine oteller yapılarak ranta kurban edilmek isteniyor. 500’den fazla insanın yargılandığı bu yerin eğlence merkezine dönüşmesi saygısızlık olmuyor mu?” tepkisini dile getiriyor. Meydanlarda “Cebimizde kefenle geziyoruz” diyenlerin samimi olmadığını ifade eden Bilir, “Maalesef Menderes’i meydanlarda istismar edenlerin demokratlıkla hiçbir alakası yok!” diye konuşuyor. Prof. Hikmet Sami Türk(*):
MAHKEME TABİİ HÂKİM İLKESİNE AYKIRIYDI
Yassıada Mahkemesi istisnaidir. Tabii hâkim ilkesine aykırıdır, ihtilâl sonrası kurulmuştur. Adil olduğunu söylemek mümkün değildir. Darbe olan her ülkede yargı gerçek anlamı ile işlememiştir ve gerçek görevini yapamamıştır. Nitekim Salim Başol, yapılan itirazlara, “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor!” diye cevap vermiştir. 27 Mayıs öncesi Yassıada Mahkemesi veya Yüksek Adalet Divanı yoktu. Tabii hâkim ilkesi şudur: Her suçun cezası bellidir, yargılayacak mahkemesi de bellidir. Milletvekilleri Meclis’teki konuşmalardan sorumlu değildir. Cumhurbaşkanı ancak vatana ihanetle yargılanabilir. Bu mahkemelerde cumhurbaşkanı yargılanmış, başbakan ve iki bakan idam edilmiş, 400 milletvekili çeşitli cezalara çarptırılabilmiştir. Bugünkü Sulh Ceza Hâkimlikleri de istisnai mahkemelerdir ve tabii hâkim ilkesine aykırıdır. Yargılamaları tartışma konusu olacaktır. 
(*) Eski Adalet Bakanı // (AKSİYON, İdris Gürsoy - 15 Eylül 2015)
YORUM, ELEŞTİRİ VE KATKI:
1960 ihtilali ve Türkiye’de o zamanki yargının durumu
1960 Darbesi Alparslan Türkeş’in en üst rütbeli subay olarak kullanıldığı darbedir. Darbecilerin içinde bir tane bile general yoktur. Darbecilerin içinde ABD de NATO içindeki gizli Süper NATO da denilen bizde İtalya’daki adı ile Gladio diye anılan İtalya da Komünistler adına başbakan Aldo Moroyu öldürüp komünistlerin üzerine atan bir çok general siyasi kişi devlet erkanını öldürdükleri İtalya’daki dünyaca meşhur olan adını hatırlayamadığım bir savcı tarafından ortaya çıkarılan ve bu dava sırasında bazı savcılarında öldürüldüğü, NATO ülkelerinin tamamında kurulu olan bu gladio örgütü üyeleri olan İhtilalı yapan subay kadrolarıdır. Genel kurmay başkanı Orgeneral Rüştü Elderhun Paşayı küçük rütbeli gladio subayları tekme tokat döverek tekmeleyerek tutuklamışlardır. 
Lütfen dikkat ediniz en yüksek rütbelisi Albay olan ihtilalda bunları durdurmak için bir sürü general karşı koyamamış yada koymamışlardır. İhtilal sonrası bunların nerede ise tamamı Ordudan çıkarılmıştır. Diğer subaylarında yarıdan fazlası ordudan çıkarılarak hem milli güçler önemli ölçüde ordudan çıkarılmış hem de İngiliz sömürge valiliğinin Türkiye hisselerinden bir bölümü Başbakanlık kasasında kilitli bulunan gizli anlaşmaların tamamı kasa bazı subaylar tarafından açılıp GKB’na getirilmiş. GKB lığı içindeki bir odada bulunan JUSMAT kısaltılmış adı ile faaliyet gösteren ve hala Ankara da Jusmat binasında göreve devam eden ABD askeri binasında bir tane bile Türk subayının içeri girmesine bir sürü protokoller ve aramalardan sonra girilen bu Jusmat’ın GKB karargahındaki odasına götürülüp ABD askerlerine teslim edilmeleri sonucu Türkiye’nin bazı açılardan bağımlılık hisselerinden bir Kısmı İngilizlerden ABD’nin eline geçmiştir.
İhtilalın lideri Alparslan Türkeş daha sonradan şöyle demiştir.
Biz ihtilalı kendimiz planladık ve kendimiz yapıyoruz zannediyorduk. 27 Mayıs sabaha karşı harekete geçtiğimiz anda ensemizde Amerika’nın nefesini fark ettik. Ama artık harekatı durdurmanın imkanı yoktu  diyerek ihtilalın vahametini ve pişmanlıklarını ifade etmiştir. Menderes Kıbrıs görüşmelerinde dışişleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile birlikte Kıbrıs görüşmelerini yürütüp Kıbrıs’ta Türkiye’nin de vesayet hakkı olduğunu savunarak büyük bir diplomatik savaş vermiş ve Kıbrıs da İngiltere Yunanistan’ın yanı sıra Türkiye’nin de Garantör olmasını sağlamıştır. Bu ABD ye Hakim Siyonist lobiyi çok rahatsız etmiştir ki sonunda bu anlaşma sayesinde Kıbrıs’a çıkabilmişizdir. Bu durum Menderes Milli hükümeti için çanları çaldırmaya başlamıştır. Türkiye çok muhtaç ve fakirdir. Her türlü kalkınma şimdi AKP hükümetinin gezi olaylarında Bülent Arınca verilen ültimatom da Üçüncü köprüyü büyük hava alanını Marmaray projesini ikinci boğazı yapmayacaksınız Taksimde yıktırılan Tarihi Topkapı askeri topçu kışlasını yeniden yapmayacaksınız. Büyük yatırımları durduracaksınız şeklindeki Abdülhamid’i tahtından indiren bütün gerekçeler ile engellenmeye çalışıldığı gibi menderes hükümeti de batının bize nefes aldırmayacağını anladığından Sovyet Rusya ile bazı yatırım anlaşmalarına girmiş İskenderun demir çelik fabrikasını yaptırmış ve daha pek çok kalkındırıcı yatırımlarda anlaşma çalışmalarına başlamıştır. Buda onun sonu belirlemiş İngiliz ve ABD ipini çekmeye karar vermişlerdir. Kıbrıs anlaşmaları için gittiği İngiltere de nasıl oldu ise uçağı düşmüş!?  Bazıları ölmüş ama Menderes ve dış işleri bakanımız sağ kurtulmuştur. Asıl düşürülme nedenleri bunlardır. Gerisi, algı masallarıdır. Bir de Selanik’te Atatürk’ün evi Türkiye den görevlendirilen bir kişi tarafından bombalanmış ve bunun üzerine  İstanbul da 1956 yada 57 de 6 - 7 Eylül olayları olmuş Rumların dükkanları evleri servetleri yağmalanmış, yakılmış, yıkılmış Ve İstanbul’daki Rumların tamamına yakın çoğunluğu Yunanistan’a kaçarak canlarını kurtarmışlardır. Bunun sorumlusu da Menderes olarak kabul edilip Yassı ada mahkemesinde yargılandığı uyduruk davalara birde bir gladio harekatı olduğu o zamanlar genç bir subay olarak olayları organize edenlerden biri olan ve sonradan üçüncü ordu komutanlığına kadar terfi eden benimde bazı vesileler ile yakından tanıdığım. Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu tarafından 6-7 Eylül olayları başarılı bir özel harp harekatıdır diye açıklanmıştır. Gelelim O zaman ki Yargının durumuna.  Yassı adada Yargıdan bağımsız bir Yüce divan mahkemesi kurulmuştur. Başına Yargıç olarak Salim Başol. Baş savcılığa da Altay Ömer Egesel getirilmiştir. Bazı subaylar Menderesin vücudunda sigara söndürmüş aşağılamış ve dövmüşlerdir.
Mahkemede Başbakan Menderes savunmasını yapmaya çalışırken. Salim Başol boşuna savunma yapmana gerek yok demiş Menderes kendimi savunmayayım mı deyince de savunma. Çünkü seni buraya tıkan kuvvet böyle istiyor demiştir. Bunlar gazete haberleri değil her gün radyolarda canlı yayında takip ettiğimiz radyo haberleri ile kesin olan bilgilerdir.  Onları oraya tıkan kuvvet se İngiliz ABD resmi devleti ama buna meşruiyet kazandıran sahtekârlıklar ile halkı aldatan ve hala yalanları ile yaşadığımız. İçimizdeki Kripto Sabataist Yahudiler onların hizmetindeki mason üniversite hocaları ve içerideki onların kontrolünde tamamı olan medya Hürriyet gazetesinin başını çektiği Sömürge basınıdır.
Selamlar, Ahmet Doğan Şimşek